Sosyal güvenlik sistemimizin 1940’lı yıllardaki ilk kuruluş aşamasında biraz da zorunluluk nedeniyle çalışanların statülerine dayalı parçalı bir kurumsal yapı oluşturulmuştu. Memurlar için Emekli Sandığı, hizmet akdine istinaden çalışan işçiler için ise İşçi Sigortaları Kurumu kuruldu. Zamanla 1972 yılında, bağımsız çalışanlar için Bağ-Kur’un kurulması, bunun yanında bir çok özel sandığın bağımsız faaliyet göstermesiyle sosyal güvenlik kurumları büsbütün dağınık bir yapıya dönüştü. Doğal olarak bu dağınık yapılanma bazı çakışma ve çelişkileri de beraberinde getirdi.
Memurların 657 Sayılı Kanun’dan kaynaklanan ticaret yasağı v.b. gibi kısıtlamaları nedeniyle Emekli Sandığı iştirakçilerinde bu türden çakışmalara sık rastlanılmaz. Fakat SSK sigortalısı bir kişinin aynı zamanda Bağ-Kur’lu olmasını gerektirecek bir ticari faaliyette bulunması ya da tam tersine şirket ortaklığı v.b. nedeniyle Bağ-Kur kapsamına alınan bir kişinin bir süre sonra SSK’lı olmasını gerektiren bir işte çalışmaya başlaması gibi durumlara ise fazlaca rastlıyoruz.
HUKUKİ BOŞLUK
SSK sigortalıları ile Bağ-Kur’lular arasında özellikle emeklilik koşullarındaki büyük farklılıklar, bazen bu çakışmaların hayli trajik sonuçlar doğurmasına da yol açabiliyor. Geçmişte bu çakışma durumlarında yapılacak işlemlerle ilgili açık bir yasal düzenleme bulunmuyordu.
Hukuki boşluk, Yargıtay’ın yerleşik içtihatı ile doldurmuştu. İçtihada göre Emekli Sandığı iştirakçiliğiyle çakışma halinde, her halükarda Emekli Sandığı iştirakçiliği geçerliydi. Diğer, SSK ve Bağ-Kur çakışmalarında ise, önceden gelen sigortalılık statüsü geçerli kabul ediliyordu. Yargının bazen kişinin geçiminde ağırlıklı olan çalışmanın hangisi olduğuna bakarak karar verdiği ve sigortalıları kurtardığı durumlar da bulunuyordu. Çünkü sigortalılar yönünden trajedinin bir başka yönü primlerin ödenmesi yönünden yaşanıyordu. Sonradan başladığı için iptal edilen sigortalılık durumunda, ilgili sosyal güvenlik kuruluşu (SSK veya Bağ-Kur), kişi adına ödenen primleri faizsiz şekilde kendisine ödüyordu. Fakat önceden geldiği için geçerli kabul edilen sigortalılık için, diğer sigorta kurumu kişiden primleri gecikme zammı ve faizi uygulayacak şekilde tekrar alıyordu. Bu durumun özellikle de SSK sigortalılısı olduğunu sanıp da sonradan bu SSK’lılığı iptal edilerek, Bağ-Kur sigortalılığı geçerli sayılanları etkilediğini söyleyebiliriz. Çünkü SSK sigortalılarında prim ödeme yükümlülüğü, işverende olduğu için sigortalıların çakışma ve iptalden etkilenmesi çok daha az oluyor.
BORÇLARA MAHSUBEN
Sigortalıları bir nebze olsun rahatlatan ilk yasal düzenleme 4 Mart 2006 tarihinde aslında bir Af Kanunu olan 5458 Sayılı Kanun ile gerçekleştirildi. Bu kanunun 16. maddesiyle 5434 (Emekli Sandığı), 506(SSK), 1479 (Bağ-Kur), 2925 (Tarım SSK) ve 2926 (Tarım Bağ-Kur) sayılı kanunlardan birisine tabi olması gerekirken, aynı süre içerisinde, adına diğer kanunlara göre de prim ödenmiş kişilerin, yersiz ödendiği için sonradan iptal edilen primlerinin, geçerli olan diğer sigortalılıktan dolayı doğacak borçlarına mahsup edilmesi imkanı getirildi. Bunun için kişinin ilgili kurumlara yazılı olarak başvuruda bulunması gerekiyordu.
Sigortalı adına yersiz olarak yatırılan primlerin asıllarının, altı ay içerisinde kurumlar arasında mahsuplaşma yoluyla aktarılması esası öngörülmüştü. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu düzenleme en çok da eskiden gelen Bağ-Kur sigortalılığı geçerli sayılacak olan ve sonradan bir süre SSK’lı işte çalışan kişilerin işine yaradı. Ancak bunun için sigortalının işverenlerince, ücretlerinden kesilen primlerin SSK’ya yatırılmış olması gerekiyordu.
STATÜ FARKLILIKLARI
Bu konuda bir sonraki yasal düzenleme 5510 Sayılı Kanun’la gerçekleştirildi. Hatırlanacağı üzere 5510 Sayılı Kanun sosyal güvenlik reformunun önemli bir aşamasını oluşturuyor. Birden fazla sosyal güvenlik kanununu tek bir kanun içerisinde toplamayı hedeflemekteydi. Kanunla aslında sosyal güvenlik alanındaki statü farklılıklarının ortadan kaldırılması amaçlanıyordu. En azından reformun ilk düşünsel hazırlık aşamasında böyle düşünülmüştü. Ancak zaman içerisinde bunun o kadar da kolay olmadığı anlaşıldı. Çünkü statüler arası farklar çok derin ve çeşitliydi. 5510 Sayılı Kanun’un ilk çıkarılması aşamasında, statü farklarını giderme adına, kazanılmış haklara çok fazla dokunuldu. Sonuçta kazanılmış hakların korunması ve eşitlik ilkeleri konusunda hassasiyetini malum olan Anayasa Mahkemesi, bu kanunun önemli bir bölümünü iptal etti. Kanunun iptal gerekçelerini dikkate alarak çıkarılan ikinci aşamasında, eski kanunlardan gelen statü farklarına fazla dokunulmadığı ve bunların hemen hemen aynen yeni kanun metnine taşındığını gördük. Dolayısıyla eski SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı sigortalılıkları aynı kanun metninde hatta aynı maddenin farklı fıkralarında bir araya getirilmiş oldu.
5510 Sayılı Kanun’un çıkarılması aşamasında doğru uygulanan bir başka karar da önceki kanunların boşlukta bıraktığı ve çeşitli yerleşik yargı içtihatlarıyla doldurulan konuların yasa metnine alınarak hukuki düzenlemeye kavuşturulması oldu. İşte daha önceden örneğin SSK ve Bağ-Kur sigortalılığı nasıl çakışmakta ise 5510 Sayılı Kanun’un 4. maddesinde alt fıkralar halinde sayılan sigortalılık statülerinde de zaman içerisinde çakışma olması mümkündü. Çünkü 5510 Sayılı Kanun’un 4/a statüsü eski SSK sigortalılığına, 4/b statüsü eski Bağ-Kur ve 4/c statüsü de eski Emekli Sandığı iştirakçiliğine denk geliyordu. İşte bu farklı statülerdeki çalışmaların çakışması halinde uygulanacak esaslar 5510 Sayılı Kanun’un 53. maddesinde düzenlendi. Buna göre eski Emekli Sandığı iştirakçiliğine denk gelen 4/c statüsü ile diğer statülerin çakışması halinde her halükarda 4/c statüsü geçerli olacaktır. 4/a ve 4/b statülerinin kendi aralarındaki çakışmalarında ise önceden gelen statünün geçerli olması esası kabul edilmişti. Bu yasal düzenleme SSK’lılar ile normal Bağ-Kur’lu olarak adlandırdığımız bağımsız ticari faaliyetten dolayı Bağ-Kur sigortalısı olanlar için eski yerleşik yargı içtihatlarına uygun düşüşüyordu.
Celal KAPAN/Yeni ASIR/28.7.2011