Referandum süreci ilerledikçe sosyal kesimler konumlarını belirlemekteler. Demokratik bir yönetimde, düşünceler serbest tartışılır, karar sürecine insanlar özgürce katılır.
Referandumda, daha kadim Roma’dan bu yana, demokrasinin vazgeçilmez araçları arasında. Egemenliğin gerçek kaynağı yurttaşa, referandum ile tıkanan sistemi açma hakkı verilmektedir. Mutlak manada mümkün olamayacak böyle bir duruma karşı, genel sosyal tarafların katılımıyla “uzlaşma”, “konsensus” “çoğunluk” gibi kavramlarla düzenlemelere geçerlilik kazandırılmaktadır.
Topluma bakıldığında, neredeyse bütün kesimler Anayasanın değişmesi konusunda hemfikir görünmekteler. İş ciddiye binince ise, herkes kendi anayasasını istediği anlaşılmaktadır.
Anayasa değişikliği öncesi TİSK, TÜSİAD, TOBB yeni Anayasa hazırlamaya varan, memnuniyetsizliklerini sürekli dile getirdiler. Eleştirilerini, Anayasayı neredeyse önlerine çıkan bütün engellerin kaynağını görecek kadar ileri götürdüler. Ancak, 2002 yılından beri sürdürülen yeni anayasa çalışmalarına destek vermede kararsız kaldılar.
Anayasa paketinde sendikal yaşamı ve onun can damarı toplu sözleşmeleri etkileyen önemli değişiklikler öngörülmektedir. Öngörülen değişikliklerle 1982 Anayasasının;
“Aynı zamanda ve aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz.
Aynı işyerinde, aynı dönem için birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılamaz ve uygulanamaz.
Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddi zarardan sendika sorumludur.
Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavt, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.”
Hükümleri yürürlükten kaldırılmaktadır.
TİSK’in başını çektiği işveren örgütlü tarafların tamamı, “değişikliklerin sosyal diyalog zemininde gerçekleşmediği, bu zemini zedelediği, kanunun yürürlüğe girmesiyle “endüstri ilişkilerin yanlış yola sapabileceği endişesi” ifade edilmektedir.
İşin doğrusu, sendikaların demokratikleşmesine katkı sağlayacak bu değişikliklerden, işverenin “Ülke gerçekleri” gibi genel gerekçeyi gösterilmesini anlamak mümkün değildir. Öngörülen değişiklikler, sendikal yaşamı sınırlayan yasakların kaldırılmasıdır. Daha çerçevesi çizilen sendika ve toplu sözleşme ile ilgili yasal düzenlemeler gerçekleştirilmeden, böyle bir endişeyi şimdiden dile getirmek erken görüş serdetmenin ötesine geçmemektedir. Elbette ki işverenlerin haklı istekleri, Anayasa ve yasal değişikliklerde dikkate alınmalıdır.
İdeal olan, Anayasa değişikliklerinde üretime katılan işçiişveren ve diğer aktörlerin sosyal diyalog zemininde anlaşmaları, uzlaşmalarıdır. Ancak, Anayasa için üretim ilişkilerini aşan bir bakış açısıyla soruna yaklaşmak gerekmektedir. İşçi üretimin emek fonksiyonu dışında, toplumun bireyi, eş, baba, siyasal parti üyesi vb. farklı sosyal alanlarda rol almaktadır. Bu renklilik içinde işçiyi tek sendikaya mahkûm etmenin hiçbir maruz görülebilecek gerekçesi yoktur. Kendisinin ait hissettiği sendika yanında, çalışmalarıyla takdir ettiği, çıkarları için destek vermek istediği sendikaya üye olabilmesinin ne gibi zararı olabilir? Aslında, bu yasağın kaldırılmasıyla sendikaların gerçek büyüklüğünü ve güçlerini görmek olanaklı olacaktır. Belki de, işçi konfederasyonları arasındaki örgütlenme ve üye kaydetme rekabeti bir nebze yumuşar.
Aynı işyerinde, aynı dönem için birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılamama ve uygulanamama yasağının kaldırılması, ekonomik yapıdaki ve işyerindeki değişikliklere uyum sağlama bakamından yararlı sonuçlar doğuracaktır. Hızla değişen üretim ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda aynı işyerinde, aynı dönem içinde birden fazla toplu sözleşme yapma ve uygulama imkânı sağlanmış olunacaktır.
Grevde işyeri maddi zararından sendika sorumluluğu ile grev ve lokavtın niteliğine ilişkin yasaklamaların kaldırılması işçi sendikaların sorumluluklarını ortadan kaldırmamaktadır. Kamu düzeni, genel sağlığı etkileyen hallerde sendikaların sorumluluğu genel hükümler çerçevesinde her zaman için söz konusudur. Cezaların sorumluluğu kişiseldir, sendikaların ilgisi dışında meydana gelen maddi zarar sendikalara yüklenilmemelidir.
Toplumun hak arama bilincinin gelişmesi, özgürlük talepleri, sorumluluk üstlenme çabaları demokratik sendikal yaşamı ileriye götürecek adımların atılmasını zorunlu kılmaktadır. 1980 öncesi örgütlü işyerlerinde yaşanan olumsuzlukların sorumluluğunu sadece sendikaların gösterilmesi, haksız/eksik bir değerlendirmedir. Korkularımız, özgürlüklerimizi bağlamamalıdır. İşvereni, 1980 sonrası değiştiren rekabet olgusu, işçi sendikalarını da etkilemiştir. Gerçek demokrasi ve ekonomik gelişme, üretim paydasında sendikal haklar kullanılarak adil gelir bölüşümünden geçmektedir. Bunu gerçekleştiremeyen, tek taraflı bir üretim ilişkisinin ve yönetimin uzun süreli devam edemeyeceği tarihsel vakıadır.
Kaynak:Erdem