İşverenlerin, işçilerine yönelik, onların sağlık ve güvenliklerini koruma ve kollama görevi daha önce gerek İş Kanunu’nda ve gerekse de İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü gibi bir çok alt mevzuatta değişik şekillerde ifade edildi. Zaten hiçbir işverenin, yanında çalışan işçisinin kaza geçirmesi veya hastalanmasını isteyeceği düşünülemez. Fakat çalışma hayatında her gün onlarca işkazası meydana geliyor ve işçiler zamanla meslek hastalığına dönüşecek olumsuz etkilere maruz kalıyorlar. Bunların çoğu ihmal ve tedbirsizlikten kaynaklanan olaylar. Aslında İşçi Sağlığı ve Güvenliği Tüzüğü gibi yasal düzenlemeler, çok eski tarihli olmalarına karşın, işyerlerinde muhtemel kazaları önlemeye yönelik çok önemli tedbirler içeriyorlar.
FARKLI KANUNLAR
Örneğin 1974 tarihli olan Yapı İşlerinde İşçi Sağlığı ve Güvenliği Tüzüğü”nde öngörülen tedbirleri tamamen uygulayarak bile, bir inşaatta meydana gelebilecek işkazalarının sayısı büyük ölçüde azaltılır. Fakat işverenlerimizin birçoğu, bu mevzuatların varlığından dahi habersiz. İşyerlerinde almaları gereken tedbirlerin neler olduğunu, ancak bir işkazası veya meslek hastalığı meydana geldikten sonra, haklarında çalışan ya da SGK tarafından açılan tazminat davaları sırasında düzenlenen bilirkişi raporlarından öğrenirler. Yine işverenlerden sıkça duyduğumuz bir itiraz konusu da özellikle SGK tarafından açılan rücuan
tazminat davaları ile ilgilidir. İşverenler nedense SGK’ya hem işkazası-meslek hastalığı primi ödemeleri, hem de işyerlerinde bir işkazası meydana geldiğinde veya çalışanlarından birisi meslek hastalığına tutulduğunda kusurlu bulunup tazminat ödemek zorunda kalmalarını bir türlü bağdaştıramazlar. Oysa işveren sıfatıyla prim ödeme ile işyerlerinde gerekli tedbirleri alma yükümlülükleri farklı kanunlardan kaynaklanıyor. Bu nedenle, bana da işverenlerin bu savunmayı dile getirmeye devam etmeleri çok tuhaf geliyor. Çünkü bu tür bir savunma yüzyıl öncesinin “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklinde özetlenen vahşi kapitalizm çağında kalmış bir düşünce biçimidir. Artık günümüzde kaza ve hastalık gibi olaylarda işverenlerin sorumluluğunun kusur sorumluluğunu aşıp, kusursuz sorumluluğa kaydığı bir hukuk anlayışına doğru gidiyoruz.
YENİ ANLAYIŞ
Bu yeni anlayışı “İşverensen, sorumlusun” olarak özetlemek mümkün. Bu nedenle işverenlerimizin hala “İşverensen suçlusun” diye konuyu kara mizaha çeviren bir savunma yapmaları doğru değildir.
Konuya bir de çalışanlar yönünden bakalım. İşçiler çoğu kez işlerini ve çalışma koşullarını işbaşı eğitimi olarak adlandırılan yöntemle bizzat çalışarak öğrenirler. Dolayısıyla hem seçtikleri meslek veya sektör konusunda hem de bu mesleği yerine getirirken kendi sağlık ve güvenlikleri için almaları gereken tedbirleri, çalıştıkları işyerleri ve özellikle kendilerinden daha kıdemli olan çalışma arkadaşlarına bakarak öğrenirler. Bu nedenle usta-çırak ilişkisi hala çalışma hayatımızda en önemli eleman yetiştirme tarzı oluyor. Bu eğitim yönteminde de kişinin ilk çalıştığı işyerleri ve ustaları çalışma tarzının oluşmasında doğrudan etkili olur. Nitekim ilk edinilen bu tarzın zamanla değişmesi çok zor olmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse, inşaat işçilerinin, yaptıkları iş gereği başlarına muhakkak baret takmaları, özellikle sıva işi yapıp yüksek yerlerde çalışanların da emniyet kemeri kullanmaları gerekir. Sadece baret takılması veya emniyet kemeri kullanımının oturtulması bile inşaat sektöründe işkazaları ile bu kazalardaki ölüm ve yaralanmaları önemli ölçüde azaltır.
ÖRNEKLER ÇOĞALABİLİR
Fakat bu sektörde çalışanların bir çoğunda, inşaat işyerlerinde çalışmaya başladıklarında kendilerine baret ve emniyet kemeri gibi basit güvenlik malzemeleri verilmediği, verilse bile kullanmaları konusunda bir zorlama olmadığı, dahası diğer çalışma arkadaşlarının da bunları kullandığını görmediği için, koruyucu malzemeleri kullanma alışkanlığı gelişmez. Hatta tam tersine, bu malzemeleri kullanmak zorunda kaldıklarında rahat çalışamadıklarını düşünmeye başlar; ilk fırsatta da verilen malzemeyi çıkarıp, bir köşeye atarlar. Oysa bir süre yurtdışındaki şantiyelerde çalışıp bu malzemeleri kullanmak konusunda zorlanan işçiler ise bir süre sonra başına baret takmadığı ya da emniyet kemerini sabitlemediği durumlarda rahatsızlık duymaya başlar. Bunların örnekleri çoğaltılabilir.
Örneğin ahşap doğrama işyerlerinde planya, testere gibi kesici makinelerin operasyon noktalarında koruyucu olması gerekir. Marangozluğu bu koruyucuları olmayan işyeri ve makinelerde öğrenen işçi, koruyucuların işini aksattığını düşünürken, bu koruyuculara alışan bir işçi ise zamanla koruyucusu olmayan bir tezgaha elini sürmekten bile kaçınmaya başlar. İşte Yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, bu açıdan işverenlerin zaten var olan yükümlülüklerini bir adım daha öteye taşıyıp, daha da somutlaştırıyor. 6331 Sayılı Kanun’la artık işverenlerin işçilerini bilgilendirme ve eğitim verme, çalışanların görüşlerini alıp işleyişe katılımlarını sağlama ve işçilerinin sağlığının gözetimi ile işyerinde meydana gelen işkazası ve meslek hastalıklarını kayıt altına alıp, ilgili yerlere bildirme yükümlülükleri de getirildi. Bu yükümlülüklerin her birinin amacı işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve sürdürebilmesi, meydana gelebilecek işkazası ve meslek hastalıklarının önüne geçilmesi ya da en azından zararlarının azaltılmasına yöneliktir. DEVAM EDECEK…
kAYNAK: CELAL KAPAN / YENİ ASIR G./ 04.09.2012